Ağustos Hasbihali

GENÇLER BİLSE, YAŞLILAR BULSA…

Bağdat’ta Ağustos sıcağı ortalığı yakıp kavurmaktaydı. Herkes, serinleyeceği gölge bir yer, ferahlatacak bir rüzgâr arıyordu. Çarşı-pazar kurulmuş, alışveriş başlamıştı. Bu arada bir adam, yüksek dağların mağaralarından getirdiği buzları satıyordu. Buz kalıpları eriyip ziyan olmadan bir an önce onları satmalıydı. Gel gör ki, ekonomik durgunluk sebebiyle fazla buz satılmıyordu. Öğle sıcağı bastırınca buzlar yavaş yavaş erimeye başladı. “Mal canın yongasıdır!” ya; tek sermayesi olan buzlarının gözü önünde eridiğini görmek, adamın içini de eritiyordu. Erimenin hızlanmasıyla içi yanan adam şöyle bağırmaya başladı: “Sermayesi sürekli tükenen bu fakirden buz alan yok mu?” O sırada talebeleriyle oradan geçmekte olan büyük veli Cüneyd-i Bağdadî bu sözleri duyunca birden durdu ve olduğu yere çöktü. Başını ellerinin arasına aldı. Talebeler telaşlandılar ve “Ne oldu hocam?” diye sordular. Cüneyd-i Bağdadî, “Şu adamın söylediklerine dikkat edin!” diyerek, buz satıcısının tarafına baktı. Adam, içinin yandığı sesinden belli olacak şekilde sürekli bağırıyordu: “Sermayesi tükenen buzcudan alışveriş yapan yok mu?” Büyük veli, o durumun, “fırsat eğitimi” için iyi bir vesile olduğunu düşünerek şunları söyledi talebelerine: “Bu sözler beni sarstı. Eriyenin sadece buzlar değil, aynı zamanda ömrüm olduğunu fark ettim. Sıcak, adamın maddî sermayesi olan buzları eritip tükettiği gibi, zaman da asıl sermayemiz olan ömrümüzü tüketiyor. Saniye saniye, dakika dakika ömür buzumuz eriyor, hissedebiliyor musunuz? Sahip olduğunuz en değerli sermaye ömürdür. Onun ne kadarını Allah’a satabilirsek yani O’nun yolunda değerlendirirsek elimizde o kâr kalacak. Gerisi, satılmadan eriyip toprağa damlayan buzlar gibi boşu boşuna ziyan olup gidecek. Ayrıca bizden de hesabı sorulacak. Bunu unutmamalıyız. Adamın buzlarının erimesine olduğu kadar, ömürlerinin boşa tükenmesine karşı içi sızlamayanlara yazıklar olsun…” Talebeler ayaküstü unutamayacakları iyi bir ders almış, çok etkilenmişlerdi. Düşüne düşüne yollarına devam ettiler.

Son zamanlarda gençleri ve çocukları sessiz sedasız inceleme fırsatı buldum. Hemen hepsinin canı sıkkın. Biz, can sıkıntısı konusunda şu formülü biliyoruz:

Hayat – Hayatın anlamı = Can sıkıntısı

Gençlerimizin/çocuklarımızın bir hedefi, yaşamlarının bir anlamı olmadığında veya kalmadığında bu sıkıntılar ortaya çıkıyor. Bu sıkıntıların giderilmesinin yolu olarak da herkes kendinde eksik bir şeyler bulup onu tamamlama telaşına kapılıyor. Her neyi eksik görüyorlarsa o tamam olduğunda mutlu olacaklarının yanılgısına teslim oluyor insanlar. Bu eksikler kimi zaman para, arkadaş gibi somut şeyler olarak düşünülüyor. Kimi zaman statü, beğenilme ve önemsenme arzusu olarak kabul edilebiliyor. Yıllarca başkalarında görüp eleştirdiği şeyleri yapar hâle geliyor insanlar bu eksiklik duygusuyla. Örneğin sadece daha iyi hissetmek adına alışveriş yapan birçok insan var artık toplumumuzda.

 Bütün bu “eksiklerin” tamamlanması gerektiğine o kadar çok inanıyoruz ki, elimizde olanları hoyratça tükettiğimizin farkına bile varamıyoruz. Yukarıda verilen buz satıcısı meselinde vurgulandığı gibi hiçbir şekilde geri getiremeyeceğimiz en değerli varlığımızı müsrifçe savuruyoruz. Evet, zamanı kastediyorum. Bir soru olarak hangimize sorulsa hemen zamanın kıymetini bildiğimizi söyleriz belki. Hatta işlerimize zamanın yetmediğini de. Belki de sorulması gereken asıl soru “işlerimiz”in yukarıdaki formülde nerede durduğudur? Yetişmeyen tüm bu işler bizim hayatımızın neresinde yer alıyor? Hayatın anlamı ile ne kadar ilgili? Can sıkıntısı olarak mı görüyoruz işlerimizi? Eğer gerçekten zamanın kıymetini bilseydik “vakit öldürmek/vakit geçirmek” gibi deyimler günlük hayatımızda bu kadar yer tutar mıydı? Cüneyd-i Bağdadi’nin de buz satıcısının da anlatmak istediğini, vakit  bizim için gerçekten nakit olduğunda anlayabiliriz.

Formülümüzü hatırlayacak olursak, hayatının bir anlamı olanlar:

  • Zamanın kıymetini bilirler.
  • Şükür sahibidirler.
  • Güven sahibidirler.
  • Duruş sahibidirler.

Hayatını anlamlandıranlar, “Hiçbir şeyin yokken gösterdiğin sabır, her şeyin varken gösterdiğin tavır seni sen yapar.” düsturuyla hareket ederler.

Peki hayatımızı nasıl anlamlandırabiliriz? Elbette bizim için en kıymetli kılavuzlar olan Kur’an ve sünnetin yardımıyla.

Yüce Rabbimiz Asr suresinde zamana yemin etmiştir. “Çünkü zaman insan ömrünün esasıdır. İnsan bütün işlerini zaman içinde yapar. Geçen her an insan ömrünü azaltır ve onu ölüme yaklaştırır. İnsan, kendisine tanınan zamanı değerlendirmesi için imtihan edilir. Onu değerlendirip değerlendirmemesine göre de bir netice elde eder”.  Hz. Peygamber (s.a.v.) de zaman yönetimine çok önem vermiş ve ümmetini; ömrünü, zamanını iyi değerlendirmesi konusunda uyarmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.) bir gün eline iki çakıl taşı alır ve bunlardan birisini yakına, diğerini uzağa atar. Ardından “Bu neyi temsil ediyor, biliyor musunuz?” diye sorar. Ashab, “Allah ve Resulü daha iyi bilir” der. Peygamberimiz (s.a.v.) “Şu uzağa düşen taş emel, şu yakına düşen taş da eceldir” buyururlar (Tirmizi, Emsal, 7). Zamanımızı verimli kullanmak hem hayatımızı anlamlandırmak hem kişisel gelişimimizi sağlamak hem de inancımızı yaşayabilmek açısından son derece önemlidir. “Eksik” olanı içimizde değil dışımızda aramak bizleri yanılgıya sürüklemektedir. Eksik olanı dışarıda ararken tıpkı hadiste emellerimiz olarak belirtilen uzaktaki çakıl taşına yetişmek için kürek çekmiş oluruz. Hâlbuki biz oraya varamadan bizi bekleyen bir süre vardır. Durumun farkına varıp buna göre davranmak temel sorumluluklarımızdandır. Biz kendimize bu zamanı bulamıyorken, gençlerimizin zamanın kıymetini bilmesini nasıl sağlayacağız? Gençlerimizin bu temel sorumlulukların bilincine erişmelerine nasıl katkı sunabiliriz? Bu sorunun cevabı da en güzel örneğimiz olan Peygamber Efendimizin nebevi metodunda gizli. Söyleyerek değil, yaparak örnek olacağız. Göremedikleri bir bilinci oluşturmak için görebilecekleri örnekler sunacağız.  O zaman Rabbimiz sözümüzü de etkili ve bereketli kılacaktır.

O zaman besmele çekerek yeni bir aşkla ibadetlerimizi yapmaya, tövbelerimizi yerine getirmeye niyet etmeli, zamanımızı doğru değerlendirmeli ve ecelimizin hemen yanı başımızda olduğunu unutmadan Rabbimizin ipine tutunmalıyız.

Haydi Bismillah.

Halise MUTLU

Sosyolog ve Aile Danışmanı

 5 Ağustos 2022, Cuma

SAMSUN