Ahlâkla Varolmak

Ahlakla Varolmak, Muhammet Şevki Aydın,

Ketebe Yayınları, İstanbul 2021, 200 Sayfa,

ISBN: 978-625-7587-76-1

Üzerinde bu kadar çok şeyin konuşulduğu ancak birey ve toplum hayatında etkisinin az olduğu kavramlardan biri de herhalde ahlaktır. Kur’an’ın en temel umdelerinden biri olan ve inşa edeceği bireyi önce ahlak üzerinden şekillendiren temel yaklaşımı yerine bugün ahlak kendisine ne yazık ki bireyin inşasında sonlarda yer bulabilmektedir. Bu husus bu noktaya kafa yoran herkes için üzüntü ve endişe kaynağıdır. Bu endişeyi duyan isimlerden biri de halen Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Din Eğitimi Anabilim Dalında öğretim üyesi olarak görevini sürdüren Prof. Dr. Muhammet Şevki Aydın’dır. Aydın’ın daha çok Diyanet Aylık Dergi’de yayımlanan yazılarının, yeniden gözden geçirilmesiyle oluşan bu kitap Anlam Arayışı ve Ahlak, İmanın Görünümü Olarak Ahlak, Bir Eğitim Sorunu Olarak Ahlak bölümleri ile Değişim ve Gelişim Sürecinin İlkesi Olarak Ahlak başlıklarından oluşmaktadır.

İçinde yaşadığımız çağın en temel sorunlarından birisi olarak tüm dünyada ahlak ve değerler sorunu (s. 7) olduğunu ileri süren Aydın, dünya ve Türkiye özelinde insanların dindarlık oranları ile ahlaki tutumları arasındaki tezatlıklara ilişkin somut veriler ortaya koymakta (s. 8-9), modernitenin getirdiği hayat tarzının insanların dini inanışlarını yok edemese de dejenere ettiğini dile getirmektedir (s. 9). Ahlaki değerlerin erozyona uğramasının, keyfi hayat tarzlarının ortaya çıkmasına neden olduğunu dile getiren yazar (s.10), bu erozyonun sonucu olarak eskiyle bağı kopan ve yeninin de bir parçası olamayan kentli Müslümanların yüz yıl öncesinin Müslümanlarından daha görgüsüz olduğunu iddia etmektedir (s.12). Bu noktada Aydın’ın temel hareket noktası ahlakı yeniden gündeme alarak adaleti, doğruluğu, erdemi, dostluğu, vefayı, sevgiyi, merhameti, kanaati, tüm insani hasletleri bu çağın insanına hitap edecek şekilde yeniden tesis etmektir (s. 13). Yazar, ahlak üzerine yeni bir söylem yaratamayan Müslümanların, ahlakın kavramının içeriğini sadece örf ve adetlere, giyim kuşama indirgeyen bir daralmaya yol açtıklarını ayrıca ahlaki değerleri yalnızca naslarla sınırlandırarak soyutladıklarını (s.15) belirtmektedir.

İçerik ve Değerlendirme

“Ahlakla Varolmak” adlı bölümde yazar, kitlesel popüler kültürün doğru ile yanlışı, iyi ve kötüyü birbirine karıştırdığını, dahası kötüyü iyi gösterebildiğini belirterek (s. 21), bu toplumsal ortamda direnişin öznesi olabilmek için ahlaken gelişmiş birey olmayı gerekli görmektedir (s. 22). Ahlaki gelişmişliği ise iddia edebilecek bir şey değil, bedeli ödenerek kazanılacak bir durum olarak gören Aydın, ahlakı, salt kurallara uymadan ibaret olmayıp bir varoluş meselesi olarak görmekte, bir başka deyişle ahlaklı olmayı, insan olmak ve gelişerek insan kalmak olarak değerlendirmektedir (s. 23). Bu noktada kendinde iyi ve kötünün ne olduğunu belirleme noktasında vahyin desteğinin bireyin işini kolaylaştırdığını diye getiren yazar, Müslüman bireyin vahyin aydınlığında, evrensel ahlaki gerçeklerle daha kolayca ve fazla zaman kaybetmeden buluşma imkânı elde ettiğini vurgulamaktadır (s. 25). Aydın, Müslüman bireyin Allah’ın koyduğu sınırlar içerisinde varolma ve yaşama çabasının onun özgürlüğünü ihlal anlamına gelmediğini aksine bu varoluşun bireyin kendi özgür iradesiyle gerçekleştiği için kıymetli olduğunu dile getirmektedir (s. 25). Bununla birlikte İslami ahlakı üretmenin fikri ve entelektüel bir çaba olmadan gerçekleşmeyeceğini, bu bağlamda İslam’ın öngördüğü imanın, akla yaslandırılmasının, akılla değerlendirmesinin doğrudan Kur’an’ın bir talebi olduğunu belirtmektedir (s. 28).

“Ahlak ve Tefekkür” başlıklı bölümde yazar, güzel ahlak ile tefekkür arasında doğru bir orantı olduğunu, birey, tefekkür düzeyini yükselttiği oranda güzel ahlaklılık düzeyini de yükselteceğini iddia etmektedir (s. 29). Bireyin ahlakça gelişmesini, her şeyden önce onun anlam arayışıyla doğrudan ilişkili olduğunu belirten Aydın, başta kendi varlığı olmak üzere varlık dünyasını ve hayatı sorgulayıp anlamlandırma çabasını geliştirerek sürdüren bireyin, düşünce ve anlama düzeyinin de yükseleceğini vurgulamaktadır (s.29). Bu çerçevede muhakeme gücü gelişmemiş, belli bir idrak düzeyine erişmemiş birinin ahlaki değer oluşturmasının mümkün olmadığını dile getiren yazar (s. 31), buradan hareketle Kur’an’ın ortaya koymuş olduğu ahlaki kavramının muhtevasında tarihi süreç içerisinde yaşanan daralmanın, sığlaşmanın meydana gelmesinde İslam ahlakını analitik yaklaşımla ele alıp felsefi derinliğiyle ve sistemleştirerek ortaya koyamamanın, güncelleyememenin payının büyük olduğunu düşünür (s. 33).  Bu anlamda eleştirel bir okuma yapmadan İslam ahlakına dair yeni bir içerik üretmenin mümkün olmadığını, okuduğu veya dinlediği muhtevaların pasif kabullenicisi olmaya kalıplanmış zihinlerle bunun gerçekleşmesinin zor olduğunu dile getirmektedir (s. 34).

“Ahlakı Öznesi Olarak Birey” başlığı adı altında modernizmin bireye aşırı vurgu yaparak, bireyciliğin ve bencilliğin önünü açtığını savunan Aydın, sonuç olarak kendi çıkarından başka bir şey düşünmeyen, kendini merkeze yerleştirerek dünyayı algılamaya çalışan bencil, kendini beğenmiş/narsist bireylerin yetiştiğinden söz eder (s.35).  Bu yaklaşıma karşıt bazı Müslümanların tepkisel bir refleks üreterek toplumu ön plana çıkardıklarından söz eden yazar, bireyi silikleştiren cemaat ve cemiyet anlayışlarına karşın İslam’ın ne bireyi ne de toplumu ön plana çıkardığını belirtir (s. 36). Bu noktada İslam’ın bireye yüklediği anlam ve salahiyeti örneklerle açıklayan Aydın, bireyin çevreden ve gelenekten öğrendiği ahlaki değerleri sorgulayıp anlamlandırarak ahlaki değerleri kendi iç dünyasında inşa edeceğini ifade etmektedir (s. 39). Bu anlamda birey, ahlakı oluşturma/kazanma sürecinin öznesi olacaktır. Son tahlilde bireyselleşmenin önü kesilerek ahlaklı bireyler yetiştirilemeyeceğinden söz eden yazar, kişilerin bilinç düzeylerinin yükseltilerek, onların düşünme, sorgulama ve anlamlandırma yeteneklerinin geliştirilmesinin yanında kendisine saygı duyan ve kendisini önemseyen bireylerin yetiştirilmesinin elzem olduğunu dile getirmektedir (s. 40).

Birinci bölümün son makalesi olan “Ahlakın Oluşumunda Toplumun Yeri” bölümünde yazar, toplumu, mana ve kıymetin, ahlaki norm ve ilkelerin ortamı, vatanı olarak kabul etmektedir (s. 42). Bireylerin içinde yaşadığı toplumun kültürünü alarak toplumsallaştığını dile getiren Aydın, bu kültürlenmenin ahlaki değerlerin kazanılmasını da içerdiğinden söz eder. Bu aşamada bireyin sorgulama, eleştirel değerlendirmeler yapma yeteneğini geliştiremediği sürece, kendisine toplum tarafından empoze edilen ahlakı taklit etmeyi sürdüreceğini vurgular (s. 42). Bunun yanında mevcut ahlak anlayışına karşı bireylerden beklenen kayıtsız şartsız kabulün de bu ahlaki değerlere karşı bir güvensizliğin işareti sayılabileceğini ifade eden Aydın, kendisinden emin olunamayan bir anlayışı veya uygulamayı savunmanın bir Müslüman için anlamını sorgulamaktadır? (s.43).

İslam ahlakının sağlam kaynaklara ve usullere dayanması sebebiyle oldukça köklü, değişik zaman ve zeminlerin tecrübesini içermesi sebebiyle oldukça zengin, farklı eğilimleri uyumlu bir biçimde içinde barındırması sebebiyle de çoğulcu bir geleneği temsil ettiğini belirten Aydın, buna karşın toplumların her zaman doğru/iyi/güzel olanı bireyden talep edeceğine dair bir garantinin olmadığını dile getirir. Bu çerçevede yazar, toplumun, bireyin ahlaki varoluşunu vesayet altına alan, onun adına ahlakını belirleyip dikte eden anlayışının yerine bireyin bilinçli olarak kendisinden yararlandığı kaynak konumunda kalması gerektiğini, bunun da en güzel örneğinin Hz Peygamberin bireysel örnekliğinde görülebileceğini belirtir (s.45).

Kitabın ikinci bölümü olan “İmanın Görünümü Olarak Ahlak” bölümünün “İyi Mümin Olmanın Ölçütü ve Göstergesi: Ahlak” başlıklı makalesinde Aydın, İslam’ın tevhide dayalı bir ahlak anlayışı ile, nihai amacının ahlaklı bireyler yetiştirmek ve onların oluşturduğu ahlaklı bir toplumu meydana getirmek olduğundan bahisle bunun da ancak bilgi ve bilince dayalı ahlak eksenli bir dindarlık anlayışı ile mümkün olabileceğini dile getirmektedir (s. 49). Ahlak halinde yaşanmayan dinin şekil ve slogana indirgeneceğini, bunun da hayat verici olamayacağını belirtmektedir. İslam sosyal teşkilatında ahlaki otoriteye, kanun gücünden daha fazla önem verildiğinden söz eden yazar, birçok yükümlülüğün ferdin ve toplumun genel vicdanına bırakıldığını vurgular (s. 50). Günümüz ilmihal kitaplarında ahkâmın ve ibadetlerin ahlaki yönünün açığa çıkarılmamasının ve ahlaka en sonda yer verilmesinin bu konudaki entelektüel düzeyimizin göstergesi sayan Aydın, Hz. Peygamberin ağzından ahlakı, dindarlık kalitesinin ölçütü olarak göstermektedir (s. 51). Bu anlamda bireyin imanca olgunlaşmasıyla ahlakça olgunlaşması arasında doğru orantı söz konusudur (s.55). Aydın, böylelikle ahlaklı mümin bireyin, ilkeli yaşamayı özümsediği için toplumsal çevrenin güdümünden çıkarak özgürleşeceğini; hayatı desinler/görsünler kaygısının uzağında yaşayacağını belirtir (s. 57).

Bölümün “İman-Amel İlişkisi Bağlamında Ahlak” başlıklı ikinci makalesinde yazar amel-iman bağlamındaki kelami tartışmalardan kısaca söz ederek, bu husustaki tartışmaların cüz’iyet-külliyet bağlamında ele alınıp değerlendirildiğini, bu kapsamda iman-amel ilişkisinin diğer boyutlarının gölgede kaldığından söz etmektedir (s. 61-63). Aydın, “İman başka, amel başka bir şeydir” anlayışının adeta “imanla amel arasında bir ilişki yoktur” şeklinde anlaşıldığını, böyle bir imanın ise insanı dönüştürmediğini, ahlaki sorumluluk duygusu ve bilinci üretmediğini dile getirmektedir (s.64). Oysa ahlakı şekillendiren asıl kuvvenin iman olduğunu ifade eden Aydın, bu noktayı Hz. Peygamberin ahlakının Kur’an olduğuna dair Hz. Aişe’nin meşhur sözü üzerinden yanıtlamaktadır (s.66). İman zayıf kaldıkça, etkileme gücünün de azalacağı; müminin hayatında iman etkili olamadığı durumlarda, onun dürtülerinin, dış faktörlerin bireyin hayatını yönlendirip, yöneteceklerini belirtmektedir (s. 67). Bu noktada yapılacak şey insanın tövbe ederek bir önceki tanımı reddetmesi, kendisini yeniden tanımlamasıdır (s. 68).

“Ameli Ahlak Da İmanı Etkiler” başlıklı makalede Aydın, İslami kimlik tasavvurunda, müminin varlık bütünlüğüne ve bu bütünlük içinde tam bir tutarlılığa vurgu yapıldığından söz ederek, inandığı ahlaki değerlerle, tutum ve davranışlarının arası açıldığında bireyin rahatsız olduğunu bunu iki yoldan gidermeye çalıştığını belirtir. Bu iki yolun birincisi bireyin yaptığından pişmanlık duyarak eylemini yeniden inandığı değerlere uygun hale getirmeye çalışmasıdır. Yolun ikincisi inandığı değerleri, yeni tutum ve davranışlarını onaylayacak hale dönüştürmesidir (s. 71-72). Bu durumda birey artık “kabul ettikleri”nin değil “yaptıkları”nın doğru olduğuna inanır hale gelecektir (s. 73).

“Ahlakta Niyet” başlıklı makalede Aydın, ahlakın, insanın dışarıdan müşahede edilen tutum ve davranışları olmadığını bilakis insanın iç dünyasındaki melekeleri, yetenek haline gelmiş kanaatleri ile oluşturduğu değerleri olduğundan söz eder (s. 77). Görünür davranışları sonuç, onları doğuran sebepleri/kaynağı ise bireyin iç dünyası olarak kabul eden Aydın, bireyin dışa vurduğu davranışlara bakarak ahlaklı olup olmadığına dair kanaatin doğru olmayacağını (s. 78); aksine bir davranışın ahlaki olup olmadığını bireyin niyetine bakarak anlaşılacağını vurgulamaktadır (s. 79). Ahlakı bir görünme meselesi değil, olma meselesi olarak gören yazar, niyetin çok sağlam bir fikri zemine dayanmasının ve yeterli sahih bilgiyle beslenmiş olmasının gerekliliğinden söz ederek, cehaletin yedeğindeki iyi niyetin, güzel ahlaki tutum ve davranışlara kaynaklık etmeyeceğini dile getirmektedir (s.83-82).

İkinci Bölümün son makalesi olan “Ahlaki Şeffaflık” başlıklı bölümde Aydın, bireyin hayatında şeffaflığın öncelikle ahlaki bir mesele olduğunu, çünkü ahlakın, bir samimiyet durumu olduğundan söz eder (s. 85). Doğuştan sahip olduğu anlam arayışı geliştirerek sürdüren bir bireyin düşüncelerinde, duygularında, arzularında, kanaatlerinde, beklentilerinde ahlaka vücut vereceğini (s.88) belirterek bu anlamda içte var olanın dışa yansıyacağının altını çizer. Bireyin tamamen bilinçli tercih edip içtenlikle benimsediği ahlaki değerlerin gereği olarak tutum ve davranışlarını şekillendirdiğini belirten yazar, bu bağlamda bireyin, iç dünyasında iyi ve güzel olanın dışa yansıyacağını, bu bireyin temel derdinin görüntüyü kurtarmak değil, varoluş düzeyini/kalitesini yükseltmek olduğunu dile getirir (s.88). Kendisiyle uyum içinde yaşayan bu birey için insanların arasında olmakla tek başına olmak arasında bir fark yoktur veya içinde bulunduğu çevrenin tanıdık olmasıyla, yabancı olması onun tutum ve davranışlarında tutarsızlığa yol açmayacaktır (s. 89).

Kitabın üçüncü bölümü olan “Bir Eğitim Sorunu Olarak Ahlak” bölümünün “Din Eğitimi Ahlak Üretiyor Mu?” başlıklı makalesinde Aydın, aileden başlayıp okullarla devam eden eğitimimizin, insanımıza ahlak kazandırmada başarısız olduğundan söz ederek (s.93), hazır bilgi kalıpları ve ezberci bir sistemle ahlak öğretiminin gerçekleşmesini mümkün görmemektedir (s.94). Yazar, ahlaki bilgilerin sıradan teorik bilgi aktarımı şeklinde kazandırılamayacağını, buna yönelik çabanın anlama, beceri ve yapabilmeye yönelik olarak, bireyin kendi eylemleriyle, özgürce gerçekleştiği takdirde mümkün olabileceğini dile getirmektedir (s. 95). Aydın, son tahlilde ezberi nihai amaç edinen (ezberci) zihniyetin hegemonyası altında yürütülen bir din eğitiminin bunları gerçekleştiremeyeceğini belirtmektedir (s. 96).

 “İslami Değerler ve Eğitimi” başlıklı makalede Aydın, İslami değerlerin bireyi ahlakça özgürleştiren bir öze sahip olduğunu, değerler olmadan ahlaktan söz edilemeyeceğini belirtir (s. 101). Ahlaklı bireyin; kendi değerlerini oluşturarak, onlara göre tutum ve davranışlarını belirleyen, kendini onlara göre yöneten ve denetleyen, özgür, bağımsız bir kişi olduğundan söz eden Aydın, bu bireyin hayatında tutarlılık olduğunu ve nerede nasıl davranacağını bileceğinin altını çizmektedir (s. 101).

“Değerlerin Kalıcılığı” başlıklı makalede, değerlerin evrensellik düzeylerinin yükseldikçe kalıcılıklarının da yükseleceğini belirten Aydın, ahlaki değerlerin içeriklerinin yaşanan hayatın gerisinde kalması durumunda bağlılarını tatmin edemeyeceğini belirtir (s.104). Değerin hayatta etkin olarak varlığını devam ettirmesi için güncelleştirilmesi zaruretinden söz eden yazar, her kuşağın bu değerleri yeniden yorumlamasından söz eder (s.104-105). Değerlerin kalıcılığını artırma noktasında değerleri anlamlandırma, yorumlama ve hayata yansıtma biçimlerinin her birinin ne kadar İslami (isabetli) olduğunun sürekli sorgulanmasının öneminden söz eden Aydın, bugün İslam dünyasında İslami değerlerin hem doğru anlaşılması hem de yeni nesle kazandırılmasında/eğitiminde çok ciddi sorunların bulunduğunu, ezberci anlayışın uzantısı olarak İslami değerlerin yeni nesle sadece ezberletildiğini vurgulamaktadır (s. 109). Değerleri yalnızca ezberleyen kişinin ise bu değerleri içselleştiremeyeceğini, bu nedenle de bu değerlere sahip olamayacağını belirtmektedir (s. 109).

“Ahlaka Vücut Veren Dini Bilgiyi Üretmek” başlıkla makalede yazar, bilgisi oluşturulmadan ahlaklı olunamayacağını, ahlaklı davranmanın yolunun iyinin ne olduğunun bilinmesinden geçtiğinden söz etmektedir. Bu bilginin de dünya görüşü ve hayat anlayışı oluşturma çerçevesinde birey tarafından anlamlandırılıp özümsenmiş, içselleştirilmiş sistemli ve tutarlı bir bilgi olduğunun altını çizer (s. 114).

Bu bölümün son iki makalesinde ise ahlaki zaafımızın altını çizen örneklerden söz eden Aydın, ortaya çıkan değerlendirmelerden hareketle yeni toplumsal atmosferin Müslüman’ın İslami ahlakını yok ettiğini belirtmektedir (s.122). Meselenin can alıcı noktası olarak Müslüman bireylerin İslam’ın getirdiği ahlaki değerleri gerçekte kazanamamış ve onları içselleştirememiş olduğunu dile getiren Aydın, Müslüman bireylerin maruz kaldıkları asıl sorunun, sahip oldukları İslami ahlakı kaybetmeleri değil, gerçekte sahip olmaları gereken İslam ahlakını edinememiş olmaları olduğunu vurgular (s. 123). Hz. Peygamberin Kur’an ahlakını hem sözüyle hem özüyle öğrettiğinden bahseden Aydın, Hz Peygamberin güzel ahlakıyla insanları etkilediğini, onların ilgilerini çektiğini, kendisini sevenlerin bir süre sonra kaçınılmaz olarak onun temsil ettiği değerleri de sevdiğini belirtmektedir (s. 131). Dünkü donanımlarla bugünün sorunlarının çözülemeyeceğinden söz eden Aydın, son tahlilde Hz Peygamberin öğretimini, eğitim ahlakını tüm yönleriyle çok iyi analiz ederek anlamlandırmamız ve bu çağla irtibat kurarak güncellememiz gerektiğinden söz etmektedir (s. 134).

Kitabın dördüncü bölümü “Değişim ve Gelişim Sürecinin İlkesi Olarak Ahlak” başlığını taşımaktadır. Bu bölümdeki makaleler yazarın değişik ortamlarda sunduğu tebliğlerden oluşmaktadır. “Değerden Tekil Olay ve Olguya” isimli tebliğinde yazar, ahlaki tutum ve davranışların arka planında yer alan iş ve işlemler sürecinden söz ederek, ahlaki değer denilen kavramın ahlaki eylemin arkasındaki doğruyu/iyi nedeni işaret ettiğini dile getirmektedir (s.138). Değeri, insanın kendi de dahil olmak üzere insanları, olayları, tutum ve davranışları değerlendirme ve belirlemede kullanılan bir ölçüt, bir inanç olarak kabul eden Aydın, değerle hayatı buluşturma sorumluluğunu hakkıyla yerine getirebilmesi için bireyin, öncelikle sahip olduğu değerleri iyi anlamış ve özümsemiş olmasını şart koşmaktadır (s. 139). Bu noktada değerin güncel ortamda yeniden anlamlandırılması, onun hayata ve bireyin dünyasına yabancı kalmasını önleyeceğini, güncelliğini yitirmiş değerlerin ise bireyin hayatla olan bağını koparacağını belirten yazar, belirli bir dünyada ve belirli bir toplumsal ilişkiler çerçevesinde oluşturulan bir ahlaki anlayış ve pratiğin, toplumsal yapının değiştiği başka bir dünya için de tamamen geçerli olamayacağını vurgulamaktadır (s. 140). Değerlerinin içeriğini güncelleyerek zihninde netleştiren bireyin bundan sonra yapacağı işin, günlük hayatta karşılaştığı tekil olgu ve olaylarla bu değerlerin bağını kurarak, onlar karşısında nasıl bir tutum takınıp ne tür davranışlar ortaya koyacağını belirlemek olduğunu dile getiren Aydın,  her olay ve olgunun kendi içinde özgünlük barındırdığından hareketle bireyin bu noktada kendi özel hayatını sürekli eleştirel bir yaklaşımla sorgulayıp değerlendirerek tutum ve davranışlarında tutarlı bir bütünlüğe ulaşması gerektiğinden söz etmektedir (s. 143). Bireyin ahlaki erdemleri kazanması ve günlük hayatta bu erdemlerin görünür kılınması için bilginin vaz geçilmez olduğundan söz eden yazar, burada söz edilen bilginin bizzat birey tarafından akıl yürütme, sorgulama, yorumlama ve anlamlandırma sonucu üretilen gerçek bilgi olduğunun altını çizmektedir (s. 145). Bu çerçevede İslam’a göre değerle olan bilginin kendisine amelin/eylemin eşlik ettiği bilgi olduğunu ve kendisini bilginin yönlendirmediği bir amelin değerli olmadığını belirtmektedir (s.147). Bu noktada öğretimi bilgi ile eğitimi değer ile irtibatlandıran bir modeli öneren Aydın, bu sayede ahlaki değerlerin sadece geleneksel alanlara sıkışmasının önüne geçileceğini, ahlakın eğitimle kazanılacağını söz etmektedir (s. 148-149). “İhlas Dolayımında Bilmekten Olmaya”; “Ahilik Bugün Bize Ne Anlatıyor? Yahut Ahilik Ahlakını Güncelleme”; “İsraf ve Yoksulluk Olgusu Bağlamında Tasadduk Ahlakı” ve “Varlık Bilincine Dayalı Çevre Ahlakı” başlıklı tebliğleri de yazarın içinde yaşadığımız hayatla başarılı bir biçimde bağlantı kurduğu içeriklere sahiptir. Bu haliyle eserin bu konuya özel ilgi gösterenler için okunmaya değer olduğunu söyleyebiliriz.

Kenan BİLEN